4 Ekim 2013 Cuma

Gençlik Siyaseti Sorunsalı

"Gençler, cesaretimizi güçlendiren ve sürdüren sizlersiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve kültür ile, insanlık değerinin, vatan sevgisinin en değerli örneği olacaksınız." diyor ulu önder. Bunun gibi birçok konuşmasında da gençlerin ülke geleceğindeki yerini önemsediğinin altını çiziyor. Ayrıca şunu da söylüyor bu büyük adam "Benim iki büyük eserim vardır; biri Türkiye Cumhuriyeti, diğeri Cumhuriyet Halk Partisi'dir"...

            Düşünebiliyor musunuz? Ülkeden sonra en önemli eserinin parti olduğunu vurguluyor. Peki sizce en büyük eserinin geleceğinin gençler sayesinde aydınlık olacağına inanan eser sahibi, en büyük ikinci eserinin de geleceğini gençlere emanet etmemiş midir sizce? Bence aynı duyguları ülkenin bekası adına düşündüğü kadar partinin bekası adına da düşünmüştür ve bu doğrultuda davranılmasını arzu ederdi diye tahmin ediyorum...



            Aslında gelmek istediğim nokta parti içerisindeki gençlik siyasetinin rolü ve gençlerin siyaset yapmasına ne kadar müsaade edildiği ancak kendi partimin gençlik örgütleriyle ilgili yorumlarıma başlamadan önce ülke geneli gençlik siyasetinin manzara-i umumiyesini aktarmak istiyorum. 

            Bizim kuşağımız, gençliklerini 70'lerin sonları ve 80'lerde yaşamış ebeveynlere sahip olmanın dezavantajıyla, lise ve üniversite dönemlerinde sürekli "aman siyasetten uzak dur" uyarılarıyla karşı karşıya kalmış bir kuşak. Bu tembihlemeleri yapan ailelerimiz gençlik yıllarını darbeler ve sağ-sol çatışmalarının arasında geçirdiğinden, o günlerde taşıdıkları hisleri, o günlerdeki ruh hallerini bizim de yaşamamızdan ve hissetmemizden korktukları için bunu yapıyorlardı. Çünkü sağcısıyla-solcusuyla ölümler, yaralanmalar görmüşlerdi, işkencelere şahit olmuşlardı. O karanlık dönemin duygularından bizim ruhumuzun da nasiplenmesini istemiyorlardı haklı olarak. Bu tembihleri ya da öğütleri bir çok arkadaşımı uzun süre siyasetten uzak tuttu, bir çoğunu da hala tutuyor. Ancak özellikle son 15 yılda yaşanılan siyasi erozyon bu ailesi tarafından bastırılmış apolitik gençlerin bir kısmının aklına "ulan biz ne yapıyoruz ya?" sorusunu getirdi. Ve artık bazı şeyler değişmeye başlamıştı...

            Ülke tarihinin en sansasyonel politik olaylarının yaşandığı bu dönemde, hem de ulu önder geleceği gençlere emanet etmişken siyasetten bihaber olmak ya da hala apolitik kalabilmek adeta gamsızlık olacaktı.

         
SİYASETE İLK ADIMIM

             Nihayet 2002 yılında siyasete girmeye karar verdiğimde önümde çok fazla seçenek yoktu açıkçası... Ülkenin son 50-60 yılına yön vermiş partiler son seçimlerde adeta intihar etmişti... Sağdan sola bütün partileri tek tek tanımaya öğrenmeye başlamıştım... Türkiye'nin ilk kadın Başbakanını çıkarmış Doğru Yol Partisi'ne baktım ilk olarak... Süleyman Demirel ikonu yerini Tansu Çiller gibi ülke siyasetinde marka bir isme bırakmıştı. Ancak giden de yedikleriyle konuşuluyordu gelen de... Ne Demirel ne de Çiller için "yediler-yedirdiler" sözünden başka bişey duyulmuyordu. Doğru Yol'un ruh ikizi Anavatan vardı önümde... Aynı ideolojiye sahip, aynı sözleri söyleyen, aynı vaatlerde bulunan iki farklı parti... Gereksiz gelmişti gözüme... Anavatan'ın kurucusu Özal halefine oranla daha iyi anılıyordu tabi... Özal ülkeye gerçekten birçok konuda çağ atlatmıştı ama çaldıklarıyla tarttığımızda o da borçlu çıktı sonunda. Hele ki halefi olan Mesut Yılmaz'ın yediği haltların haddi hesabı yoktu.

            Merkez sağda bu boğuşmacı yarı Amerikancılar varken sağ kanat da pek hoş görüntüye sahip değildi. Erbakan'ın partisi sürekli kapanıp yenisi açılıyor, ancak Erbakan ve o zümre bu durumdan hiç bir ders çıkaramıyordu. Türban yoluyla oy toplamayı hedefliyorlar ancak yalayıp yuttukları trilyonların hesabını veremiyorlardı. Bir de MHP gerçeği vardı ki, benim o güruhun içerisinde yer almamın imkanı yoktu. Esnaftan haraç kesen çocuk çetelerine, elinde bıçak belinde silahla gezen 22-23 yaşındaki "ülkücülere" siyaseten arkadaş olmam imkansızdı. Sempatiyle baktığım bir Ecevit modeli vardı ki son seçimde iktidarı elinden alınmış, 2001 krizinin faturası DSP'ye kesilmişti...

            Uzun yılların çınarı olmuş bu partiler devrilirken yeni bir takım oluşumlar da siyaset sahnesine girdi... En önemli ikisi hiç şüphesiz Tayyip Erdoğan'ın AKP'si ve Cem Uzan'ın Genç Parti'si... AKP kadroları milli görüş gömleğini çıkarmış, Amerika'dan icazet almış ve ülke yönetimine tam takım hazır haldeydi, Cem Uzan ise zenginliğinin etkisiyle oluşturduğu rüzgarla kitlelere ulaşabilmiş durumdaydı...

            Sonuç olarak 3 Kasım 2002 günü DSP, ANAP, MHP koalisyonu yerini tek başına bir AKP iktidarına bırakmış ve meclisteki parti sayısı üçe düşmüştü... Ana muhalefette CHP muhalefetteyse MHP yer aldı. Büyük rüzgarla yol alan Genç Parti de %7.4 oyla meclis dışında kalmıştı. Tam da o günlerde bir partide siyaset yapmam gerektiğini hissediyordum. Çünkü eski çınarların devrilip yeni oluşumların iktidar ve muhalefette olması ve kurucu irade CHP'nin tekrar meclise dönmesi bambaşka bir siyaset konjonktürü ortaya koyacaktı.

            Recep Tayyip Erdoğan ve tayfasını Refah Partisi dönemlerinden beri soğuk bir şekilde takip etmekteydim. Adamların dünya görüşü benimkine çok zıttı ve o güruhun içerisinde yer almam söz konusu olamazdı tamam da... Benim görüşüm neydi? Ben bu adamların iktidar olup muktedir olamayacaklarını düşünürken bir vesileyle yaptığım tahlillerde meclis dışında kalan Genç Parti'nin iktidara karşı en etkili muhalefet yapan grup olduğunu gördüm.

            Henüz sahip olduğum siyasi ideolojiye, dünya görüşüme ve gelecekten beklentilerime karar dahi vermeden 17 Kasım 2002 günü Genç Parti'de siyasete ilk adımımı attım...

Devam Edecek...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

4 Ekim 2013 Cuma

Gençlik Siyaseti Sorunsalı

"Gençler, cesaretimizi güçlendiren ve sürdüren sizlersiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve kültür ile, insanlık değerinin, vatan sevgisinin en değerli örneği olacaksınız." diyor ulu önder. Bunun gibi birçok konuşmasında da gençlerin ülke geleceğindeki yerini önemsediğinin altını çiziyor. Ayrıca şunu da söylüyor bu büyük adam "Benim iki büyük eserim vardır; biri Türkiye Cumhuriyeti, diğeri Cumhuriyet Halk Partisi'dir"...

            Düşünebiliyor musunuz? Ülkeden sonra en önemli eserinin parti olduğunu vurguluyor. Peki sizce en büyük eserinin geleceğinin gençler sayesinde aydınlık olacağına inanan eser sahibi, en büyük ikinci eserinin de geleceğini gençlere emanet etmemiş midir sizce? Bence aynı duyguları ülkenin bekası adına düşündüğü kadar partinin bekası adına da düşünmüştür ve bu doğrultuda davranılmasını arzu ederdi diye tahmin ediyorum...



            Aslında gelmek istediğim nokta parti içerisindeki gençlik siyasetinin rolü ve gençlerin siyaset yapmasına ne kadar müsaade edildiği ancak kendi partimin gençlik örgütleriyle ilgili yorumlarıma başlamadan önce ülke geneli gençlik siyasetinin manzara-i umumiyesini aktarmak istiyorum. 

            Bizim kuşağımız, gençliklerini 70'lerin sonları ve 80'lerde yaşamış ebeveynlere sahip olmanın dezavantajıyla, lise ve üniversite dönemlerinde sürekli "aman siyasetten uzak dur" uyarılarıyla karşı karşıya kalmış bir kuşak. Bu tembihlemeleri yapan ailelerimiz gençlik yıllarını darbeler ve sağ-sol çatışmalarının arasında geçirdiğinden, o günlerde taşıdıkları hisleri, o günlerdeki ruh hallerini bizim de yaşamamızdan ve hissetmemizden korktukları için bunu yapıyorlardı. Çünkü sağcısıyla-solcusuyla ölümler, yaralanmalar görmüşlerdi, işkencelere şahit olmuşlardı. O karanlık dönemin duygularından bizim ruhumuzun da nasiplenmesini istemiyorlardı haklı olarak. Bu tembihleri ya da öğütleri bir çok arkadaşımı uzun süre siyasetten uzak tuttu, bir çoğunu da hala tutuyor. Ancak özellikle son 15 yılda yaşanılan siyasi erozyon bu ailesi tarafından bastırılmış apolitik gençlerin bir kısmının aklına "ulan biz ne yapıyoruz ya?" sorusunu getirdi. Ve artık bazı şeyler değişmeye başlamıştı...

            Ülke tarihinin en sansasyonel politik olaylarının yaşandığı bu dönemde, hem de ulu önder geleceği gençlere emanet etmişken siyasetten bihaber olmak ya da hala apolitik kalabilmek adeta gamsızlık olacaktı.

         
SİYASETE İLK ADIMIM

             Nihayet 2002 yılında siyasete girmeye karar verdiğimde önümde çok fazla seçenek yoktu açıkçası... Ülkenin son 50-60 yılına yön vermiş partiler son seçimlerde adeta intihar etmişti... Sağdan sola bütün partileri tek tek tanımaya öğrenmeye başlamıştım... Türkiye'nin ilk kadın Başbakanını çıkarmış Doğru Yol Partisi'ne baktım ilk olarak... Süleyman Demirel ikonu yerini Tansu Çiller gibi ülke siyasetinde marka bir isme bırakmıştı. Ancak giden de yedikleriyle konuşuluyordu gelen de... Ne Demirel ne de Çiller için "yediler-yedirdiler" sözünden başka bişey duyulmuyordu. Doğru Yol'un ruh ikizi Anavatan vardı önümde... Aynı ideolojiye sahip, aynı sözleri söyleyen, aynı vaatlerde bulunan iki farklı parti... Gereksiz gelmişti gözüme... Anavatan'ın kurucusu Özal halefine oranla daha iyi anılıyordu tabi... Özal ülkeye gerçekten birçok konuda çağ atlatmıştı ama çaldıklarıyla tarttığımızda o da borçlu çıktı sonunda. Hele ki halefi olan Mesut Yılmaz'ın yediği haltların haddi hesabı yoktu.

            Merkez sağda bu boğuşmacı yarı Amerikancılar varken sağ kanat da pek hoş görüntüye sahip değildi. Erbakan'ın partisi sürekli kapanıp yenisi açılıyor, ancak Erbakan ve o zümre bu durumdan hiç bir ders çıkaramıyordu. Türban yoluyla oy toplamayı hedefliyorlar ancak yalayıp yuttukları trilyonların hesabını veremiyorlardı. Bir de MHP gerçeği vardı ki, benim o güruhun içerisinde yer almamın imkanı yoktu. Esnaftan haraç kesen çocuk çetelerine, elinde bıçak belinde silahla gezen 22-23 yaşındaki "ülkücülere" siyaseten arkadaş olmam imkansızdı. Sempatiyle baktığım bir Ecevit modeli vardı ki son seçimde iktidarı elinden alınmış, 2001 krizinin faturası DSP'ye kesilmişti...

            Uzun yılların çınarı olmuş bu partiler devrilirken yeni bir takım oluşumlar da siyaset sahnesine girdi... En önemli ikisi hiç şüphesiz Tayyip Erdoğan'ın AKP'si ve Cem Uzan'ın Genç Parti'si... AKP kadroları milli görüş gömleğini çıkarmış, Amerika'dan icazet almış ve ülke yönetimine tam takım hazır haldeydi, Cem Uzan ise zenginliğinin etkisiyle oluşturduğu rüzgarla kitlelere ulaşabilmiş durumdaydı...

            Sonuç olarak 3 Kasım 2002 günü DSP, ANAP, MHP koalisyonu yerini tek başına bir AKP iktidarına bırakmış ve meclisteki parti sayısı üçe düşmüştü... Ana muhalefette CHP muhalefetteyse MHP yer aldı. Büyük rüzgarla yol alan Genç Parti de %7.4 oyla meclis dışında kalmıştı. Tam da o günlerde bir partide siyaset yapmam gerektiğini hissediyordum. Çünkü eski çınarların devrilip yeni oluşumların iktidar ve muhalefette olması ve kurucu irade CHP'nin tekrar meclise dönmesi bambaşka bir siyaset konjonktürü ortaya koyacaktı.

            Recep Tayyip Erdoğan ve tayfasını Refah Partisi dönemlerinden beri soğuk bir şekilde takip etmekteydim. Adamların dünya görüşü benimkine çok zıttı ve o güruhun içerisinde yer almam söz konusu olamazdı tamam da... Benim görüşüm neydi? Ben bu adamların iktidar olup muktedir olamayacaklarını düşünürken bir vesileyle yaptığım tahlillerde meclis dışında kalan Genç Parti'nin iktidara karşı en etkili muhalefet yapan grup olduğunu gördüm.

            Henüz sahip olduğum siyasi ideolojiye, dünya görüşüme ve gelecekten beklentilerime karar dahi vermeden 17 Kasım 2002 günü Genç Parti'de siyasete ilk adımımı attım...

Devam Edecek...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder